20 Temmuz 2012 Cuma

Şey...

Şey... yani nasıl söylesem bilemiyorum;  izninizle kendimi biraz  ifade etmek istiyorum. Yanlış anlamayın lütfen;  başkaldırı falan değil yapmak istediğim.. Yine herşey eskisi gibi devam edecek tabii ki; sadece iki dakika süreyle içimden geldiği gibi bir kaç kelam edeyim istiyorum; eğer sizin için de bir mahzuru yoksa..
Yumuşak bir başlangıç değil belki ama konuyu uzatmamak adına burdan başlamam gerekiyor. Yani öncelikle ben bildiğiniz gibi biri değilim; aslında bildiğiniz kişiyle hiç alakam yok.  “Olur mu canım; yıllardır tanışıyoruz, sohbetler ettik defalarca” dediğinizi duyuyorum. Bu birşey ifade etmiyor ki. Ben, hiçbir zaman kendim gibi davranamıyorum. Cümlelerimin hiçbirinde özne, birinci tekil şahıs değil. Özür dilerim; ama bazı zamanlarda  içimden küfürler ediyorum  sizinle konuşurken ve malesef  bazen sevdiğim kişileri öldürmek gibi korkunç  düşünceler geçiyor içimden. Ah evet, nasıl olabilir; ben de anlayamıyorum; ama gerçek bu işte. Ben tüm kurallara uyuyor gibi görünsemde; ufacık deliklerden kaçaklar buluyorum kaçıyorum.  Ayrıştırılmış çöp kutularına yanlış nitelikte çöpleri atıyorum bilerek; eğer kendimden daha güçsüz birini görürsem bazen ona haksızlık edip güç kullanıyorum, çalışkanmış gibi görünüyorum aynı zamanda mutlu ve ideal insan (bu ideal kime aitse, bilmiyorum)gibi... Hep aynı fikirdeyim birileriyle; kendimin fikri farklı da olsa söyleyemiyorum. Birkaç kere söylemeyi denedim aslında; ama sesimi duymadınız.  Haksızlığa uğradığımı düşündüğümde kabullenmeyi seçtim genellikle.
Kakafonik konuşmalarınız o kadar çok büyük bir çığa benziyor ki; gerçekten kolay değil onunla başedebilmek. Tamam, belki ben de yeterli çabayı göstermemiş olabilirim. Ama bir kişinin her ağızdan söylenerek yüksek tonda giderek güçlenen şeylere karşı konuşması ve bunun işe yaraması ne kadar olası... Kendimi ifade etmenin bir kaç yolunu denedim. Ciddiye almadınız, dalga geçtiniz ve sustum “şaka yaptım”  dedim söylediklerime. Gerçekten farklı olanlara nasıl vahşice davrandığınızı gördüm; korktum. Siz birbirinize destek olarak bir çığ etkisi yaratıyorsunuz; olumlu-olumsuz  her anlamda. Sessiz kalarak çığın bir parçası olmayı seçtim, varlığımı sürdürebilmek için.
Üniversiteye gittim, işletme okudum, sonra binlerce insan gibi nedenini bilmeden işletme yüksek lisansı yaptım... Bir kadınla evlendim ve ekonomik şartlar doğrultusunda iki çocuk yaptım.  Kurumsal bir yerde çalışıyorum. Herşey yolunda...? İş arkadaşlarımla beraber bazı etkinliklere katılıyorum; asosyal bir eğilimim yok. Ama çoğunluk vazgeçince yaptığımız planlardan, ben de sürdüremiyorum. Hobilerim, benim sevdiğim şeyler değil.
 Son zamanlarda sesim kısılıyor sizin de farkettiğiniz gibi, sık sık üstelik.  Kollarımda ve vücudumda kızarıklıklar var. Doktor, fiziksel bir bulgu bulamayınca beni psikoloğa yönlendirdi. Psikologla konuşmalarımız mutluluk üzerineydi. “Mutlu musun, istediğin hayatı mı yaşıyorsun” gibi sorular sordu bana. “Evet istediğim hayatı” dedim.  Der demez de bir şüphe kapladı içimi.  Hayatım yolunda ve sorun yok evet ama bu istediğim şey mi? Bilemiyorum. Bir fikrim yok bu konuda. Ben şu ana kadar birşeyi istemedim sanırım.  Kızarıklıklarım kaşınmaya başlıyor bunları düşündüğümde. Tabi midem de rahatsız bu durumdan dolayı. Hatta şuan izninizle ağzıma birşey atmalıyım. Ağzımdan çıkacak gibi midem çoğu zaman. Sanki ağzıma sen birşey konuşamıyorsun; çıkayım da ben konuşayım senin yerine diyor.  Vücudum sinyal veriyor olabilirmiş; öyle diyor psikolog bey.. Ne sinyali veriyor bedenim bana kaşınarak? Ruhum bitlenmiş olabilir mi acaba?
Yani biliyorsunuz çizgi-dışına çıkmak herkesin aklına gelmiştir bir dönem; işi bırakmak, evi terketmek, alkole yaklaşmak ya da daha kötü şeyler.... Benim hiç gelmedi içimden böyle şeyler yapmak. Sanki benim karar seçeneklerim hep uygun seçeneklerle kısıtlıydı; önüme uygunsuz bir sapak çıkmamış gibiyim. Ben hep levhaları takip ederek geldim bugüne kadar. Şimdi neler oluyor bana böyle  birden bire?  
Tüm bunlar üstüste gelmese ve geçen gün karım bana “sen yumurtayı en çok nasıl seversin?” demese sizinle konuşmayacaktım. Ama bilemedim yumurtayı en çok nasıl sevdiğimi? Ben yumurtayı sevdiğimden bile emin olamadım. Kısa bir süre sessizlikten sonra, “farketmez canım ” dedim. Eşim çok iyi bir kadın. Evleneli beş sene oldu. Farklı şekillerde aynı yemeği yapabilecek kadar becerikli. Ama ne yumurta ne de bir yemek için özel bir tercihimin olmadığını farkettim; o kısa süreli sessizlikte. Psikoloğuma söylemeyi düşünüyorum bu tespitimi. Size de garip geldi mi? Siz biliyormusunuz yumurtayı nasıl sevdiğinizi?
Yine birkaç hafta önce uyandığımda işe gelmek istemedim. Evimde birdenbire otel odasındaymışım gibi hissettim. Sanki otel odasında birşey arıyor gibi aradım giysilerimi. Onlar herzaman oldukları yerdeydiler. İşimi seviyorum yanlış anlamayın. Bu işten çok şey öğrendim. Ama bir türlü hazırlanamadım o sabah. Belki hatırlarsınız ilk kez geç kaldım.
Başlarken de söylediğim gibi yanlış anlamanızı istemem. Zaten ne istediğimi bilmiyorum ki birşey talep edemem bu yüzden. Sadece birşey içimden beni zorladı bunları söylemek için. Dinlemek zorunda kaldım. Benim hakkımda yanlış bir algınızın oluşmasını istemem.  Sizin düşünceleriniz benim için çok önemli, hatta sanırım en önemsediğim şey. Dilimi tutsaydım engel olsaydım içimdeki canavara keşke. Eğer mümkünse unutun hatta tüm bu söylediklerimi. Eminim geçecek hatta geçmiş olabilir ben bunları söylerken.




16 Temmuz 2012 Pazartesi

Durayazdım

Öyle böyle degil tam olarak durasım geldi.. Tüm fişlerimi çektim; hasta cevap vermiyor...  Ne endişe, ne kariyer derdi, ne aşk, ne bir beklenti... Bütün otobüsleri, trenleri ve uçakları kaçırdım; biletler elimde kaldı. Zamanın ortasında, ulu orta, pür neşeli ve pür endişesiz durasım geldi.. Hemstır kafesimdeki dönme dolaptan inip eski bir türk filmi tadında durup kalasım var.
Fazlalık giysiye bile tahammülüm yok üzerimde; giyineyim yeter. Sadece su ve meyveyle besleneyim... Durup düşüneyim biraz; boşlukta asılı bir salıncakta gibi; acaba nerde dursam diye... Sofi misali durup bakasım var aynalara, hiç bakmadığım aynaların en içine...

Aylar arası ayrımcılık yapmak istemem; fakat temmuz bir başka güzel, hele bu temmuz diğerlerinden de  güzel... Ruhum keten giysilere büründü;  bir hafiflik, bir serinlik... Bedenim uzanıyor hamaklara boylu boyunca. Oblomov’la yarenlik ediyorum. Hep uykuyla uyanıklık arasında tatlı bir yerlerdeyim. Üzerimdeki her fazlalık gitmiş uzay boşluğundaki kara deliklere...  Sorularım, kaygılarım, planlarım, kontrol etme ısrarım, aman onu da yapayım sonra dinlenirim kısır döngüm, anlamsız dikkatim  kaybolmuş. İnsanları  mantıklı cevaplar verme gayretim olmaksızın sadece dinlemeyi becerebiliyorum. Zaten onların derdi de cevaplanmak değil; dinlenmek sadece.


Vanilyalı dondurma gibi serin ve hafifim.... Beni arkamdan önümden iten ve çekiştirenleri attım hayatımdan... Onlar nasılsa bulurlar başkasını, çekiştirmek için... Zaman göreceli ve çok boyutlu bir kavram; aynı zamanda doğrusal değil, çoğu zaman irrasyonel ilerliyor.. Durunca ben,  zaman da sanki bölünüyor ve ben içine dalıyorum balıklama.  İşte o zaman ölümsüzmüş gibi hissediyorum... Ne acele, ne de gam... Uzun yıllar var önümde, upuzun..  Bir huzur ve şükür kaplıyor en derinlerimi.  Elimi uzatsam bulutlara değeceğim, cebimde deniz kenarından topladığım küçük taşlar, suda taş sektirmeyi öğrenmeye çalışıyorum abartılı bir ciddiyetle; küçük bir masa etrafında birbirine karışan sohbetler ediyorum kimsenin kimseyi dinlemediği; ama yine de herkesin birbirini anladığı. Yürüyorum yollarda sanki ilk kez yürür gibi... Kedilerle köpeklerle bakışıp göz kırpıyorum onlara çapkınca. Hiç duymadığım kokular duyuyorum etrafımda. Kendime çiçekler alıyorum rengarenginden .

Duruyorum sadece .... "Uzayda neredeyim nasılım, hacmim ne, yoğunluğum ne" anlamaya çalışıyorum nefesimin müziği eşliğinde... Kocaman gözlü bir garip dünyalıyım, garip dertleri dert edinmeyen, hepsi bu kadar... Yiyen, içen ve uyuyan... Maslow’un hiyerarşisinin en alt basamakları yetiyor bana şu an; yükseklerde gözüm yok:) Bu  ne mutluluk, ne hafiflik!! Başım bir hoş dönüyor eksenimde epeydir....

Yollar gidiyorum, yollar geliyorum mütemadiyen... Trenlerin yanından geçip giden ev görüntülerine kaptırıyorum kendimi, hayaller kuruyorum tanımadığım insanlara dair. Gülümsüyorum yolda gidenlere. Benim gülümsemem esneme etkisi yapıyor karşımdakilerde sanki; onlar da gülümsüyor.  Beş yıllık finansal planlar yapamıyorum  ama mutluluk planları kuruyorum; hiç analitik olmayan düzlemlerde.... Barış müzakereleri yapıyorum tüm benliklerimle.... Durmak ve sadece nefes alıp vermek ne büyük keyif... Tek derdim “nerde denize girsem ve nem çok fazla o yüzden olduğundan sıcak hissediliyor sıcaklık” muhabbetleri!

Kendime hedefler koymuyorum, bedenime ve ruhuma kulak veriyorum; onlar ne isterse onu yapıyorum. Bu yılki seçimleri onlar kazandı; onlar ne derse o olacak... Bedenim ve ruhum kardeş kardeş geçinip gidiyor. Ben onlara uyuyorum sadece.  Ruhum durunca bedenim gevşiyor. Bedenim esnedikçe ruhum serinliyor.

Eski pop şarkıları dinleyip filmler izliyorum resimlere bakıyorum... Sanat tarihi kitaplarında kayboluyorum... Beynimin şimdiye kadar görmediğim taraflarını görüp şaşırıyorum...Nasıl bastırmışım tüm bunları anlayamıyorum.. Eski günlüğümde yazan karamsar hayatı sanki başkası yaşamış gibi geliyor şimdi bu durduğum yerde.  Ne trajedi, ne elem ve ne gözyaşı... Okumaya bile tahammülüm yok.

Duruyorum sadece... Olan herşeyi  kabulleniyorum, eski gölgemle kavga eden halim şimdi nerede acaba? Belki ruhumun o kısmı kendi kendine reenkarne olup bir başka bedeni rahatsız etmeye başlamıştır bile. Ne soru soruyorum, ne itiraz ediyorum ve ne de ısrar.  Durmak ve susmanın ne kadar iyileştirici olduğunu keşfediyorum... Varlığımın sınırlarını daha doğrusu sınırsızlığını görüyorum iyiden iyiye! İçe doğru büyüyorum, genleşiyorum. İnsanın başına kuşlar bile konuyor durunca.  Leylekler tepemde şarkı söylüyorlar ciyak ciyak.

Hiç yoga yapmadan herkese namaste diyorum...

Duruyorum....