26 Aralık 2012 Çarşamba

Ne Garip Adam

Eve yakın sahildeki kayalıklara babamla balık tutmaya gitmiştik; çok yorulmuştum saatler sonra dönerken...Babam önde ve ben arkasında yürüyorduk yavaş yavaş.. Eve tam gelmek üzereyken birden karşımızda görüvermiştik onu. Nereden geldiğini anlayamamıştık ya da nereden düştüğünü..
Uzun mu uzundu;  belki de boyu  iki metre bir adamdı....onu ilk gördüğümde birden fonda şarkılar çalmaya başladı,  60'lardan insanı ayağa kalkıp dansetmeye zorlayan bir şarkı ve yorgunluğum uçtu gitti. Yüzümde anlamsız bir şaşkınlık ve sırıtmayla "hoşgeldin Güliver" dedim. Denizden yeni çıkmış gibi iyot kokuyordu. Saçlarının arasında balıklar yüzüyordu. Teni şeffafa yakındı sanki elim içinden geçebilirmiş gibi gelmişti.

Güliver'i bulmuşum karşımda bırakır mıyım kolay kolay.. Hadi bize gel dedim, önce güzel bir kahvaltı ederiz sonra da bu sepetteki balıkları yeriz. Sessiz kalınca, gelsin diye yerlere attım kendimi, dövünmeye başladım, son sahne olarak da ağlamaya, üstelik hıçkıra hıçkıra. En iyi bildiğim oyundu bu....Güliver kaldı yanımda.

Elini kolunu ağır ağır sallardı yürürken; saçları  omuzlarına dökülürken hiç tarak değmemiş gibi uçuşurdular özgürce. Güliver, bu dünyaya nereden geldin sen? Uzayda hayat vardı, o bir uzaylıydı. Mahçup mahçup kısık bir sesle konuşurdu herkesle, kocaman boyu ufalırdı herkesin karşısında. Mahcubiyeti utandırırdı.


Gözleri, yüzyılın hikayelerini saklardı. Yüzyıl yaşamış çilli yanakları olan bir çocuk gibiydi. Yüzyılın gürültüsü sakinliğini bulurdu sesinde. Ben Güliver'i takip ederdim peşisıra, gittiği her yerde.

Az konuşurdu çok anlatırdı. Bu dünyaya ait değilmiş gibiydi her haliyle. Elleri kocamandı; uzun ince parmakları bir çocuk gibi saklanacak yer arardı kendilerine. Başbaşa geçireceğimiz kısa anları kovalardım nefes nefese; onun bir gün ülkesine döneceğini billirdim. Bunu eğrelti durmasından anlardım; yerleşmeye yanaşmamasından bir de... Bilirdim elbet bilirdim de bilmezden gelirdim. Telaşlanırdım geçen her an'la beraber. Konuş derdim Güliver, bana diğer dünyalardan bahset. diğer dünyalardaki masalları anlat. Küçük prens evine dönebildi mi sonunda?

Ben küçücük dünyamın sıkıcılığından bunalmışken, birden bire çıkıvermişti karşıma. "Ne garip adam" betimlemesi kadar iyi ifade edemiyor onu başka sıfatlar... Tanıdığım en garip adamdı ve bir de en uzun.

Hep üzerinde yediklerinin izi kalırdı, bir de düşünceleri okunurdu yüzünden. Son zamanlarda evini ne kadar özlediğini okuyordum gözlerinde. Elleri hep arkasına saklanıyordu. Uzun ince silueti bir gölgeye dönüşmüştü.

 Bir gün uyandığımda gitmişti çoktan...Yatağında kocaman izi kalmıştı. Saçlarında balıklar yaşayan Güliver'in uyku izi kalmıştı. Bir de şarkı çalıyordu odasında...


10 Aralık 2012 Pazartesi

Hangisi Daha Yorucu?

İnsan konuşmaya başlayınca bir süre sonra gerçek olmayan şeyler de söylemeye başlayabiliyor. Gerçeğe tutunup sadece doğru kelimelerden oluşan cümlelerle sürdüremiyor sözlerini. Bunun nedeni belki bir süre sonra dillendirmek istemediğimiz, çekindiğimiz gerçeklere değinmek zorunda kalıvermemiz. Bastırıp yoksaydığımız ya da olmasını varsaymak istediğimiz şeylerden bahseden içimizdeki "ilkel ben"imizin ortaya çıkıverdiği anlar; istesek de kurtulamadığımız...

Potlar, patavatsızlıklar, boş bulunmalar, istenmeden ağızdan çıkıveren kelimeler... Hepsi bizi bize götürmek isteyen ipucu, küçük ekmek kırıntıları..

bir rüya görmüştüm birkaç yıl önce. O dönem çok istediğim birşeyin gerçekleştiğini görüyordum düşümde... Rüyamda bile yok olmayan mantığım bu bir rüya diyordu, düş_vurgunu diğer yanım "iyice hissedersen hafızana kazırsan bu anı; olaylar gerçekmiş gibi kazınır hafızana" diyordu. Rüyamı ellerimle, beynimle hissetmeye çalışıyordum, büyük bir umutla. Rüyamın kokusunu, ısısını ve renklerini hissetmeye çalışıyordum rüyamda varolmaya çabalıyordum.

Rüyadaki gibi gerçekle_düşün birbirine değdiği ve bazen birbirine karıştığı anlar var.. Bir çırpıda saçmalık diyip geçebileceğimiz ya da üzerinde takılıp kalabileceğimiz. Gerçek, sözlükte yalan olmayan diye açıklanırken; ben bu anların gerçek olmadığını düşünemiyorum... Benim gerçeğim, yalan değil.

sürekli kontrol altına alamaya çalıştığımız içsel kölemiz uzun uzun kurulan cümlelerde birden beliriveriyor ve kafamızdaki "idea"lar söze giriyor. Hem kendimizle hem de insanlarla ilgili bilinen gerçeğe biraz uzak tanımlamalarımız başlıyor. İnsan konuşurken beyninde bir yerde cılız küçük harflerle "bu söylediklerin doğru değil ki?" diyen sağlıklı çalışan bir yerler var. Ama o cılızlık duymamıza engel oluyor.

sürekli içini kontrol etmek ve dışardan nasıl görünüyorumu düşünmek mi yoksa olduğun halle barışmak mı daha kolay. İkinci seçenek kolay olmasa da daha kısa sürede tamamlanabilen ve toplamda daha az yorucu birşey. Bir başkası gibi davranmak ama o bir başkası olmamak vücutta sürekli bir gerilime, elektriğe neden oluyor çünkü. İçindeki söylemler ağzından çıkanlardan farklı oldukça potlar kırıyorsun, kötü rüyalar görüyorsun, ruhun hastalanıyor, bahar yorgunluğundaki gibi uykun geiyor durup durup.. Sen bunları görmezden geliyorsun... Ta ki bir gün görmek zorunda kalana kadar...

Aynanın iki tarafından da kendine bakmak, gözlerini etrafını görmek kadar içini görmek içinde kullanmaya başlamak daha az yorucu.

Rüyalarım ve sözlerimi serbest bırakıyorum... Onları azad ediyorum.