14 Haziran 2012 Perşembe

Bir Düğme Diktim

İlkokulda şiir denemeleri yazıyordum. Okuma-yazma öğrenir öğrenmez yazmaya başlamıştım. Muhtemelen şiir yazmak o zaman ve o bilgi kapasitesiyle daha kolay gelmişti. Şiir’in çocuk dilindeki anlamı, kafiye ve kısa cümleler demekti sadece. Duygularımı ifade etmek istiyordum bunu da en iyi şiirle yapabiliyordum. Öğretmenime sevgimi, bayramları ve mevsimleri şiirle anlatıyordum. Dinçer adlı bir arkadaşım şiirlerimi başka kitaplarda okuduğunu benim onları çaldığımı iddia ediyordu herkese. Muhteşem şiirler değillerdi bence;  yani kitaplarda basılmayı haletmiyorlardı; ama iddia iddiadır. İnsanda şüphe uyandırır. Önce sinirlenmiştim ve kavga etmiştim onunla sonra başedemeyince boşverdim Dinçer’i. Şiirlerimi ben yazıyordum, iddia Dinçer'in problemiydi. Bir süre sonra  benden çok o önemsiyordu bu durumu, dert edinmişti bunu ispatlamayı.. Kitabı arıyor ama bir türlü bulamıyordu. O gün “iddia” kavramının üzerine bir düğme diktim.
Lise yıllarında çalışkan ama yaramaz biri olarak defalarca okul idaresinin bulunduğu odaya girdim çıktım. Bir seferinde bir arkadaşımla beraber  bir suç işlemeksizin idarenin yolunu tutmuştuk; herhangi birşey olmuştu ceza gerektirmeyen. Odadan tam çıkmak üzereyken “komik olmayan şakalar” yapan müdür yardımcısı yine komik olmayan bir şaka yaptı ve ben ona arkam dönükken hiç tutmayı öğrenemediğim ağzımla “salak, hiç komik değilsin” dedim;
arkadaşımla beraber kıskıs gülmeye başladık.  Müdür yardımcısı  gülmemizden şüphelenip bizi yanına geri çağırdı  “ne dediniz?” dedi. İkimiz de susuyorduk,  ben acayip korkuyordum. Arkadaşım ağzını açıp benim söylediğimi itiraf edebilirdi ama etmedi. Daha sonra takip eden günlerde defalarca idare odasına çağrıldık anonslarla; arkadaşım her seferinde beni korudu. Ona itiraf edebileceğini, benim suçum olduğunu söyledim.  Bunu söylerken kabul etmesinden çok korkmama rağmen bedelin bana ait olduğunu bildiğim için ısrar ediyordum. Herseferinde susmayı sürdürdü.. Müdür yardımcısı duyduğu şeyden emin olamadığı için bizi suçlamaktan vazgeçti ve affetti. O gün arkadaşını kendi konforun yada mutluluğun  için  feda edebilirsin kavramının üzerine bir düğme diktim.
İlk patronum bana bir sohbetimizde "ne bekliyorsun hayattan?" diye sordu... Direkt bir soruydu ve direkt net bir cevap bekliyordu. Yani yönetici olmak veya işimde uzmanlaşmak gibi genel ifadeler değildi beklediği. Köşeye sıkıştım alelacele birşeyler uydurdum hiç düşünmediğim geleceğimle ilgili. Bir kaç soruda tüm planımı altüst etti olgun ve bilge tavrıyla beraber. Masal gibi birşeydi anlattığım ama kendimle ilgili bir masal... Anlatırken “ama olamaz şundan dolayı” diyerek kendi kendimi yalanlıyordum bir taraftan. Arka arkaya bir sürü bahane saydım planlarımın peşi sıra.  Komik bir monolog oldu özetle; kendim söylüyor kendim yalanlıyordum. O sadece “bunun için ne yapıyorsun?” ya da “neden” diyordu ve bütün plan suya düşüyordu. Kendimle ilgili planlarım masal kadar gerçekçiydi ve olacağına ben bile inanmıyordum. Sadece "şikayet dinlemekten kimse hoşlanmaz" dedi. O gün şikayet etme ve bahane bulma kavramının üstüne  bir düğme diktim.
Bir gün olayı,  özneleri ve kronolojiyi hatırlamadığım birşekilde; insanların her durumda ve şartta konuşmayı sürdürdüklerini fark ve idrak ettim. Yakın çevremizdeki ve etki alanında olduğumuz Toplum kitlesi sürekli konuşuyordu. Aile, arkadaşlar, iş ortamındakiler sürekli birşeyler diyordu... Bazen kakafonik bazen de birbirlerinin etkisine kapılıp tek bir tonda ve ağırlıkla negatif anlamlar yüklenmiş ifadeler kullanarak sana durmaksızın bir şeyler söylüyorlar. Eleştiriyorlar, hareket alanını kısıtlıyorlar, yargılıyorlar_ceza veriyorlar, gülüyorlar, ayıplıyorlar ve nadiren destekliyorlar ve övüyorlar. İşin en komik kısmı insanlar sana senin hayatının şartlarıyla konuşmayı hiç önemsemiyorlar. Seninle ilgili şeylerde seni yoksayarak bu nedenle çoğu zaman seni kırarak ve hırpalayarak düşüncelerini paylaşıyorlar. İnsanlar kendi acılarını, kendi söyleyemediklerini, kendi kırgınlıklarını çoğu zaman seninle hiç ilgisi olmayan yaraların sızısını senden çıkartmaya çalışıyor, konuşarak. Söyledikleri sana değil seninle ilgili değil bu yüzden. Bunu farketse de yine de bazen kırılıyor insan. Bunu farkettiğim an insanların söylediklerini duygularıma karıştırma kavramının üzerine bir düğme diktim.
Dört beş yıl önce sevdiğim bir yakınımı kaybettim. İnsanların özellikle sevdiklerimin ölebileceğini fark ve idrak ettim. Sevdiğim biriyle tartışırken ve öfkemi kontrol etmekte zorlanırken onun ölebileceğini  düşünüp tartışma konumuzun sevdiğim kişiyi kaybetmekten önemli olup olmadığını tartmaya başladım. O kadar çok tartışmayı yapmaktan vazgeçtim ki....  O yanımda veya değil farketmez yaşıyor olması önemli eğer benim ona olan sevgim gerçekse tabi ki....  Gerçekten çok gerekli değilse tartışmamaya özen gösterdim. Gereksiz tartışmaların ya da gerçek nedeninden sapmış kavgaların üzerine bir düğme diktim.
Bir Sevgilimi kıskandığım için hem sevgilime hem de onu kıskandığım kişiye utanç verici şeyler söyledim. Saatlerce ağladım. Birşeyler fırlattım... Çok acı çektim. Ağlamaktan baygın düştüm, uyuyakaldım... kalktığımda banyoda aynaya baktım. Gördüğüm şey ben değildim. . Bir canavardı... Kıskançlığımın üzerine ve insanlar üzerinde hak iddia etme kavramının üzerine birer düğme diktim.
Kendim üzerinde bir deney yaptım.. İki ay hiçbir kişi hakkında negatif bir kelime söylememeyi hedefledim. Deneyin sonucu: İlk günler o kadar zorlandım ki kendimi engelleyemiyordum; freni boşalmış araba gibiydim. Her cümlede bir negatif betimleme.. Fren sıkışlar tekrar edip çoğaldıkça bunun nasıl beni kapladığını farkettim. İlk günlerki zorlanmam günler geçtikçe azalmıştı. Aklımdan geçen negatif cümlelerin sayısı da azalıyordu. Son günlerde artık aklımdan geçen negatif sıfatlar yerini ferah bir boşluğa bıraktı. Bu kadar kötü bir kelime dağarcığını nasıl edindiğimi bilemiyorum... Ama değişebileceğimi biliyorum. Negatif sıfatlarımın üzerine bir düğme diktim.
Düğme bebekler gibi bir şey canlanmış olabilir yazıyı okurken gözünüzde... Düğme diktiğim her kavram beni ruhumu ve özümü ağırlaştıran kavramlar ve aslında benimle ilgili olmayan şeyler... O kavramları tamamen yok etmiş ve onlardan kurtulmuş değilim ve zaman zaman düğmelerin ipi gevşiyor ve düğme düşecek gibi oluyor..Eğer farkına varırsam ipleri çözüp tekrar dikiyorum... Bir sürü canavar duygu, içimizi kemiriyor günbegün.   Daha küçücük  bir çocukken düştüğümüzde etrafa bakıyoruz bir gören oldu mu diye! Yaramıza bakmadan önce etrafa bakmamıza neden olan tüm öğretilere sonuma kadar karşıyım. Haklı mücadelem devam edecek...

1 yorum:

  1. Kendini ve yaşını kat be kat aşmış olduğun bir yazı daha sunduğun için teşekkürler sana.... Ne denir ki... Ne yorum yapılabilir ki... Bu yazdıklarının hepsi hayattaki olması gereken tek ve gerçek amacımız için en temel parametreler.. O da "İNSAN OLMAK".... O değerlerini unuttuğumuz yegane gayemiz... Yani adaletli olmak, iyi olmak ve yakınlarından başlamak üzere tüm topluma karşı duyarlı olmak... Yine benzetmelerin, yaşadıklarınla işin özü arasında kurduğun bağlantılarınla çok etkileyici hale getirmişsin yazıyı... BU DUR... B.D.

    YanıtlaSil