19 Şubat 2013 Salı

Ağladım

Dün akşam bir film izledim. Anne olmak, baba olmak, aile olmakla ilgili. Görünen genel eğilimlerden farklı çocukları için orta yaşlarında değişmek zorunda kalan, belki hiç duymadıkları kavramları anlamaya çalışmak için deli gibi çabalayan insanların hikayesi.
Bu hikayeyi izlerken kocaman gözyaşları döküldü içimden; içim düğüm düğüm oldu. Ve tüm bu duyguların üzerine kocaman hafif bir umut bulutu doğdu. Kalbin,  "beyinden, düşüncelerden, değerlerden, yargılardan" daha büyük olduğunu görmek, ağlattı beni. Aile -çocuk ilişkisi/sevgisi, "cinsel yönelimlerden, değerlerden, toplumsal iteklemelerden, ikiyüzlü değerler kümesinden" bağımsızdı ve çok güçlü bir bağdı. "Eğitim, sosyo-ekonomik sınıflar, kadın-erkek" kodlarını baz alamıyorduk bu sevgiyi anlamak için; sadece izliyorduk ve anlıyorduk..

Film,  cinsel yönelimler ve bireyel keşif süreçlerinin hikayesiydi. Çocukluktan itibaren her ne kadar bir yerlerde yazıyor olsa da, herkes tarafından " kadın-erkek" olarak tanımlansak da önemli olan içimizdeki sesti, tanımlamaya ihtiyaç duymayan ve doğuştan orada varolan ses.. Belki de tüm tanımlamalardan farklıydı.. Dış sesler ve zorlamalarla iç sesin çelişmesinin hikayesiydi izlediğimiz. Bu çelişkinin doğal olmasına rağmen ne kadar zarar verici olabileceğiydi her bir hikayede anlatılan. Toplumun ortak sesi, bireylerin sesinden üstün olmamalıydı.

Aile, iyileştirici bir kurumdur. Sadece aile kavramının içinde başka kurumlarda kabul görmeyecek, tolare edilmeyecek tavır ve davranışlar kabul görebilir. Filmde konuşan anne ve babalar, çocukları öğrendikleri tüm doğrulara karşı olan cinsel yönelimlerini ve arzularını açıkladıklarında önceleri "reddetme, yoksayma, karşı çıkma, tedavi etme" gibi davranışlar sergileseler de çocuklarını korumak ve onların mutlu olmasını sağlamak için onlara yol arkadaşı olmaya çabalıyorlar. Ezberi bozmak ve üstelik herkese karşı bunu savunmak başka bir sosyal grupta bu boyutlarda yaşanabilir mi? Emin değilim. Benden tamamen farklı düşünen bir arkadaşım için savaşır mıyım?

Algıda seçici olarak kaçamayacağımız gerçekler var. Birçoğumuz, çoğu zaman görmek istemediğimiz şeyleri görmeyebiliyoruz. Ta ki  bir gün gözümüze girene kadar. O zaman bile görmemek için gözlerimizi kapatmaya zorluyoruz kendimizi... ama kaçışın bir sonu var mutlaka bir noktada. Büyük laflarımızı yutmak zorunda kalabiliyoruz yeni deneyimlerle beraber. Görmezden geldiğimiz gerçekleri birden farkedip uyanıveriyoruz. Görmediğimiz, algılamadığımız ve kabul etmediğimiz için gerçekler yok olmuyor işte. Bize benzemeyenler var. Bize benzemediklerini söyleyemeyenler. Söyletmediklerimiz var. Duymak istemediğimiz için bize söylenmeyenler...

Bir toplumsal kod  demişiz çıkmışız işin içinden. Ne kolay bir yol seçmişiz. İnsanları kadın-erkek diye ikiye bölüp birer kostüm biçmişiz üzerlerine. Şablon davranış ve hayatları reddedenlere marjinal demeyi seçmişiz. Sonra yavan bir hayatımız olmuş, görmek istediklerimizle sınırlandırılmış basit hikayeler kurgulamışız.

 Belgesel filmi izlerken izlediğim şeyin en çok samimiyetine ağladım...Gözlemci devreye girmesine rağmen olduğu gibi aktarılabilmiş yaşananlar. Anne olmanın, baba olmanın ne kadar zor ve önemli olduğunu kalbimle anladım. Kalbin büyüklüğünü anladım.

Ağladım...

filmlinki:
http://www.benimcocugumbelgeseli.com/



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder