2 Mayıs 2012 Çarşamba

Önünden Tren Geçen Hastane




Çığlık yükseliyor  gri bir binadan.  Önünden tren geçiyor olmasına rağmen çığlık tüm şehre yayılıyor. Bir kız çocuğu çığlığı bu ..

Garip bir kesişim yeri burası, acıları farklı küçük çocukların buluştuğu bir yer. Sabah uyanır uyanmaz koridorlarda gözlerini ovuşturarak dolaşan bir sürü küçük çocuk, kayıp hayallerin bulunamadığı ve giderek ağırlaşan bir kokuya sahip, uzun koridorlardan oluşan bir yaşam alanı.  Onları anlatmaktan korkuyorum, çünkü acı duyuyorum her anlatmaya kalktığımda bu hikayeyi;  yıllardır defalarca kalkıştım bu yazıyı tamamlamaya ama hep  eksik kaldı biraraya getiremedim içimdekileri. Sözleri biraraya getirip dillendiremedim hafızamda ardakalanları o günlerden.  Bu da bir deneme bu amaçla yapılan. Belki hiç bir zaman bitirelemeyecek yazının taslağı..

Beş dakikada bir önünden tren geçen büyük bir hastanenin çocuk servisi.... koridorun sonunda yapay ışıklarla aydınlatılmış oyun odası, etrafta  her zaman dağınık duran oyuncaklar. Gözlerinde büyük bakışlar farklı yaşlarda bir sürü çocuk, az sayıdaki oyuncağı paylaşmaya çalışıyor, onlardan sorumlu olan görevli  kavga etmeden oynamalarını istiyor. Güneş giren kocaman camları olan televizyon odasında akşam uyku saati gelene kadar oturup tv izliyorlar. İçinde bulundukları durumda onlara en kötü gelen  annelerinden uzak olmaları, hastalıklarının çok da farkında değiller henüz. Gürültüden hiçbirşey anlaşılmıyor sadece görüntüye bakıyorlar..

Farklı ekonomik sınıflardaki ailelerin çocukları ama onların aralarında sınıfsal farklar yok. Hepsi eşit -yataklarında yatıyorlar çok küçük olanların yataklarının yanında düşmemeleri için kolçaklar bulunuyor,  yatakların altındaki kolu çevirerek yatağı orta yerinden ikiye katlamaya bayılıyorlar.

Bir kız gizli gizli her akşam ağlıyor, gözyaşlarından utandığı için saklanıyor köşe bucak, küçülüyor da küçülüyor sesi duyulmasın diye.. Kendine bir arkadaş bulunca tüm ağlamaları bitiyor, arkadaşını çok seviyor, birlikte kaçıp hastanenin diğer bölümlerini geziyorlar, bazen dışarıya çıkıp fazla uzaklaşmadan civarı turluyorlar. İki hasta çocuk birbirinde düzeliyor; karışık tost yemeye bayılıyor kız arkadaşıyla beraber.

Kız sürekli kaşınıyor, diğer çocuklarda onun gibi kaşınıp duruyor.  Galiba bitleniyorlar…
Koridorlarda koşuşturuyorlar, gizlice psikayatriye girmeye çalışırken yakalanıyorlar, yattıkları servisi söylüyorlar yakalandıkları doktora. Doktor meraklı olmalarının kötü olabileceğini söylüyor.

Mayına bastığı için ayağı parçalanan arkadaşları, onlara kürtçe küfür etmeyi öğretiyor. Kürtçe bilmeyenlere öğrendikleri kelimelerin anlamlarını güzel şeyler olduğunu söyleyerek yalan söyleyip eğleniyorlar. Sürekli yeni eğlenceler buluyorlar.


Orda onlarla ilgilenen hemşirelerden biri Oğuz'un akrabası olduğu için; diğer çocuklara kıyasla biraz iltimas görüyorlar. Herkes uyuduktan sonra gizlice televizyon izleyebiliyorlar. Uykuları gelene kadar oturuyorlar, normal hayatlarını anlatıyorlar birbirlerine. Gece kaçta uyurlarsa uyusunlar sabahleyin erkenden kalkıyorlar. Hastanede çok uyunamıyor.

Oğozla yanyana yataklarda yatıyorlar. Yan odaları özel bir oda; yani zengin insanların kaldığı bir oda. Oraya bir kız getiriyorlar bir sabah.   Herkesin gördüğü en güzel kız, ismini hatırlamıyorum ama yüzü hala aklımda.  Annesi ve babası o kızla kalabildiği için herkes kıskanıyor önceleri onu. O çocukların oyunlarına katılamıyor; çünkü ayaklarını kullanamıyor. Yanlışlıkla elektrik çarpmış ve iki ayağı da bu yüzden çok kötü durumda. Kız ve Oğuz, onun yanına uğruyor hergün, birlikte gülüyorlar eğleniyorlar. Güzel kızın ailesi çok mutlu onun böyle gülebilmesinden. Kızla arkadaşı onun da kalkıp kendileriyle hastanenin içinde koşturmasını çok istiyor. Kız arada sırada sinir krizi geçiriyor ve saatlerce ağlıyor yüksek sesle, o saatlerde  o odadan mümkün olduğunca uzağa kaçıyor tüm çocuklar. Kızın ağlayışı kendilerinin hastalığını hatırlatıyor onlara.  Unutmaya çalıştıkları şeyle karşı karşıya gelmek istemiyorlar, kaçıyorlar. Güzel yüzü şişiyor ağladıkça, doktorlar sakinleştirici vuruyorlar, herkes ağlıyor o ağlayınca.

Annesi sürekli sigara içmek için servisin önüne çıkıyor. Kızla arkadaşı onun ağladığını görüyor hep,  ama rahatsız etmemek için hemen uzaklaşıyorlar yakınından. Güzel kız için herkes dua ediyor. Onun üzülmesini istemiyor hiçbir çocuk. Kız onun için bir şiir yazıyor, sadece onu bir dakika mutlu edebilmek için. Hemşirelerin kullandığı daktiloda küçük parmakları harflere dokundukça içinden kocaman kütleler kopuyor, şiir akıp geçiyor kağıda. Bir balon bulup bir elinde şiir bir elinde balon kızın odasının kapısını çalıyor; içeriye giriyor, kız birden gözlerini açıyor. Onu gördüğüne memnun gülümsüyor. Ona şiiri uzatıyor balonu da  yatağın başlığına bağlıyor. “Bunu senin için yazdık “ diyor, Oğuz ve ben. Ama artık ağlamaman şartıyla senin olacak. "Tamam" diyor pembe dudaklı güzel kız. Bir daha ağlamayacağım. Anne ve baba onları yanlız bırakıyor.  Güzel kız şiir için teşekkür ediyor "keşke diyor sizinle gezebilsem ben de", burada çok sıkılıyorum. “Sana herşeyi anlatabiliriz biz. Mesela üst katımızda delilerin olduğunu, oraya girmeye çalıştığımızı, hastanenin kafeteryasında herkesin sigara içtiğini, koridorların uzay yolundaki geminin koridorlarına benzediğini, bu hastanenin en güzel yerinin yürüyen merdivenler olduğunu. Hergün gelir sana anlatırım tüm yaptıklarımızı, yeter ki ağlama. Sen görmedin ama burada o kadar kötü durumda olanlar var ki, onları görsen ağlamazsın zaten.   Ben de çok mutsuzdum ilk geldiğimde ama artık halime şükrediyorum. Yarın ameliyata gireceğim ödüm patlıyor aslında korkudan; ama napalım böyle olmuş işte. Üstelik sen de ameliyattan sonra iyileşeceksin. Ya iyileşemeyecek olanlar ne yapsın.” “Haklısın ama ne yapayım; elimde değil ağlamamı durduramıyorum. Gelince gidiyor işte.” “Ama yazık değil mi bak annenler burda senin yanında işte; bak hepimiz uzağız ailelerimizden, hatta bazılarının ailesi hiç yok. Ağlama da hastalığın artmasın. Ben ağlarken bir kere; doktor bana öyle söyledi. Ağlarsak daha da hasta olurmuşuz.”

Ertesi gün kız ameliyathaneye kadar gitti , üzerinde yeşil giysiler aç karna bekleme odasında narkozdan çıkan hastalarla birlikte buz gibi bir odada saatlerce bekledi. Dört saat sonra onu odasına geri götürdüler. Acil bir hasta gelmişti ve ameliyatların hepsi ertelenmişti. Odasına gittiğinde hemen yemek yedi; açlıktan ölüyordu. Aslında sevinmişti ameliyatın ertelenmesine; çok korkuyordu ya uyuşmazsam diye. Büyük gibi davranmaktan sıkılıp ağlamaya başladı. Oğuz yanına gelip onu teselli etmeye çalıştı.  Ona komik bir şeyler anlattı. Kız tekrar gülmeye başladı. Oğuz'a ne oldu acaba şimdi?

Trenin düdüğü çaldı... Güzel kızın odasına doktorlar girdi onu sedyeyle ameliyathaneye götürdüler.   Anne ağlıyordu arkasından kızın elinde kahverengi ayısı vardı, gülümsemeye çalışıyordu koridorda dikilip onu izleyen çocukların önünden geçerken. Prenses gibiydi. Sanki halkının karşısında en kötü anını mağrur bir ifadeyle belli etmemeye çalışan gururlu bir prensesti. Anne hıçkırarak ağlıyordu prenses gözden kaybolduğunda. Oğuz ve kız onun yanına gidip bacaklarına sarıldılar.

Kaç saat sürdü hatırlamıyorum ama çok uzun bir ameliyattı,  baygındı odasına geldiğinde. Annesi ve babası onunla nasıl konuşmaları gerektiğini konuşuyorlardı oda kapısının önünde doktorla. Meraklı çocuklar duymaya çalışıyorlardı konuşulanları. Kızın iki bacağının dizden aşağısı kesilmişti. Kangren olmuştu kız, kangren ne demekse! Ve tüm bacağı kesmek gerekebilirdi eğer kesilmeseydi. Onun iyi olması için kesmişlerdi. Bunu kız nasıl anlasın? Anne hem ağlıyor hem dinliyordu. Çok güzel protezler var diyordu doktor. Gerçek bacak görüntüsünde. Buna alışmak zor ama daha kötüsü de olabilirdi. Ama kız bunu anlayacak yaşta değildi.

Bir iki saat sonra prensesin odasından çığlıklar duyulmaya başladı. “Ölmek istiyorum” diye bağırıyordu prenses. Bacaksız olacağıma öleyim diyordu. Bütün gece ağladı. Servisteki tüm çocuklar yataklarına kaçtı. Bu ses hayatları boyunca kulaklarından gitmedi. Oğuzla kız kürtçe bir küfür savurdular aynı anda kadere. Bu nasıl bir dünyaydı çocuklara karşı bu kadar acımasız......   Prenses sabaha doğru yorgun düşüp uyuyakaldı. Kalktığında yine ağlamaya başladı.

O anda tren geçmesine rağmen prensesin sesi bu sisli karanlık kentin her yerine  yayıldı.   

1 yorum:

  1. Resmen koptum.. Gözlerim doldu... Boğazımda bir düğüm oluştu.. Kendime gelince arayabildim seni.. Yok böyle bir olay, yok böyle bir anlatım, yok böyle bir bakış açısı, yok böyle bir çocuk gözüyle hafızaya kazıyıp yıllar sonra o frekansta anlatabilmek... Tek kelime ile muhteşem... B.D.

    YanıtlaSil