11 Nisan 2012 Çarşamba

Yemek Tarifi Gibi Birşey

Zeytinyağı dökülür tavaya, tüm tabanını incecik kaplayacak kadar; kırmızı ve yeşil biberler ince ince kesilir atlır , üzerine domatesler ama mutlaka kıpkırmızı ve lezzetli kokulu domatesler,  kabukları soyularak dilimlenir  ve  peynir dilimleri serpilir sere serpe, ince ince limonlar dilimlenir; kekik karabiber ve mutlaka bir tutam kimyon dökülür  herşeyin üzerine;  kapak kapatılır kısık ateşte demlenir tüm malzeme. Demlenerek pişirilir yemek. 
Yemek yapmak iyi geliyor yaralarımızı iyileştirmeye. Soğan kesmeye bağlayıp için için ağlayabilmek temizliyor içimizdeki  sisi ve tortuları. Gerçi bir kez yaklaştı mı ağlama hissi sığnak aramaz kadın ağlamak için; uluorta ser serpe ağlayıverir sanki herhangi birşey gibi. Etrafı önemsemeden, çoğu kez kimseyi görmeden, utanmadan–sıkılmadan taa ki içi serinleyene kadar, ağlayıverir; boşalır yaşları pınarlarından; kızarır göz altları; sesi kırçıllaşır ve kısılır. Aklına geliverir bütün gölgeler... yaşadığı kırgınlıklar birbirini iteler kendini hatırlatmak için; zemberek bir kez koptu mu duruşu kolay olmaz. Ağlamak ibadet gibi bazen gizlice yapılır bazen sessizce için için bazen de haykırırcasına ve en yakınını az önce toprağın altına gömmüşcesine.   Kimseye söyleyemediğin yüzleşemediğin korkuların aklına geldiğinde, mesela çok yalnız olduğunu farkettiğinde, bir hayvan gibi yuvana çekilip ağlarsın haline.... Ağlamanın iyi geldiğini bilirsin tüm varlığınla ruhuna ilaç olur gözyaşların, üzerinde bir ağırlık birikmiştir; ancak ağlayarak kurtulursun ondan. Ağırlık artar artar ve sonunda Ağırlığın altında ezilmeye başladığında akıtırsın içini.... Gözpınarı kuruluğu diye bir hastalık vardır tıpta; ağlayamamak tedavi edilmesi gereken bir durum olarak geçmiştir literatüre...
Bir yakınını kaybettiğinde ölümü hatırlarsın aniden;  tamamen unutmak isterken birden farkedersin en büyük gerçek “ölüm”ü.. Bir daha göremeyeceğini idrak edersin; bedenin geçiciliğine üzülürsün hergün bilip unuttuğun gerçeği bir daha unutmamacasına öğrenirsin. Senin de öleceğini düşünürsün bir gün; senin de doğaya karışacağını ve etrafında kimsenin olmayacağını; sarsıla sarsıla ağlarsın.
Bazen herşey yolundayken, durup dururken, mutlu olduğunu düşünürken, geldiğini hiç anlamadan, kriz gibi, nerdesin –kimlesin umursamadan,  ruhunun derinlliklerinden bir şeyler koparcasına, bedeninden uzaklaşırcasına, sanki en önemli gerçeği farkedercesine, çığlık çığlığa ağlamaya başlarsın.......... Nedenini, zamanını, şeklini anlamadan kapılıp gidersin ağlamanın kollarına. O kollarda dinlenirsin; bütün kafa karışıklığına bütün sorularına cevap olur ağlamak.  Anlamadığın şeyleri birden anlayıverirsin. Sen daha sen olursun artık....
Ağlayamayanların durumu ne acıdır; ne eksiktir.... aslında en hüzünlü durum ağlayamayanlardır. Birşey olmuştur onlaraİ;  bilmemkaç yıl önce bilmem nerde, bilmem nasıl ama her nasılsa ruhları kilitlenmiştir, büyük olasılıkla utanç kilidiyle. Biri o ağlayabilen ruhu  utandırmıştır; o da çaresizce korkup en içine girmiştir bir daha da insan içine çıkmamaya yemin etmiştir. En naif en korkak ve en kırgın ruh halidir ağlayamamak...
Sevdiğim birinin ağlamasına bile oturup ağlarım bazen... ağlamanın esnemek gibi bulaşıcı bir hal olduğundan mı yoksa ikiz ruhların birbirini etkilemesinden mi emin değilim.
Sadece Ruhlarımızın yaşadığı çok çok uzun yıllar önce sembolik bir yıkanma ritüeliydi; ağlamak.  Ruhların rengi giderek koyulaşıyordu bir başka ruh rengine doğru dönüşüyordu. Ve bir başka ruhun rengi olmadan ruh ağlayarak kendi rengine dönüyordu. Ruhları ağlamak ayırıyordu. Mağaralar yoktu kaçıp saklanabilecekleri; elleriyle başlarını öne doğru eğip ağlıyorlardı ve tekrar kendileri olurlardı.
Kadınlar ağlayan birini gördüğünde onu rahat bırakır ağlasın istediği gibi diye; erkekler ise hemen onu güldürmeye çalışır. Konsantrasyonunu bozup onu mutlu edebileceğini düşünür, tüm iyi niyetiyle ya da ağlama nedeninin saçmalığını ispatlamaya çalışır. Tüm kutsallığı bozar bütün bu girişimler. Ağlamak insanın mabedine yaptığı bir ziyarettir eğer sessiz kalamıyorsan orayı terketmelisin. Yoksa mabed üzerine çökebilir. İnsan ağlama duasını yarım bırakırsa büyü bozulur; arınamaz, serinleyemez.
Ocağa çaydanlık yerleştirilir; altı yakılır. İçine bir tutam çay, bir tutam tarçın, bir iki tane karanfil atılır demlemeye bırakılır. İçerken mutlaka içine limon atılır.
Çay ve limonlu peynirin kokusu birbirine karışır...

1 yorum: